18 Ekim 2015 Pazar

HASAT

Sen Raif'tin o Arif'ti, sen hayatı bir kumar olarak gördün, o kazandı. Senin gördüğün tek bir portreden o binlerce sarışın çocuk çıkardı hepsinin babası şimdi. Sen, ben ve Arif bir trende yolu tarif ediyoruz makiniste, yolun sonunda buğday tarlaları... Sahi bu yolun neresinde senin üzerime arttığın kürkle ısındım da buğdayları olgunlaştıracak günle yarışır oldum, sıcağımdan yandı tenin kavruldu da yolun hangi yerinde treni durdurup indin aşağıya. Neyse ki ben ve Arif yolun sonundayız şimdi, kendi unumuzla besliyoruz sarışın çocuklarımızı, tarife ne gerek!

1 Eylül 2015 Salı

MENSES

Sırtımda taşımak istediğim imajlardan oluşan o resmi yaptığım gün içimde sonsuz bir huzur belirecek ve ben o huzuru zührevi bir hastalık gibi taşıyacağım ruhumda, ruhumla sevişen herkese dağıtacağım sonra, kendi bedenimde kıvranan hastalıklı ruhumu alıp saracak elleri bulana dek.

29 Haziran 2015 Pazartesi

BİR DAMLANIN BİN KABAHATİ

Şimdi yelkenlerime vururken nefesinin es'i, nefse uyduğumuzdan mıdır nereye gittiğini bilmediğim dumanımın rengi, şarap kırmızı. Yoksa dümeni sen mi çeviriyorsun içeride biryerlerde, sana mı kandı denizlerim.. Her şey güzeldi de dalgalardan duydum bugün, yolun sonu belli, çekilmek lazım sularla bir karaya.


28 Haziran 2015 Pazar

SÜPER YALNIZ

Süper Mario kadar evlere şenlik bir haliniz var bugün. Tüm altınları toplayıp prensesi bir ömür rahat ettirecek parayı "bir kenara" koydunuz demek. Hiçbir eksik gediğiniz yok tanrıya şükür. Sahi, o nerede?

27 Haziran 2015 Cumartesi

ADAM VE GERİYE KALAN NEREDEYSE HER ŞEY

Önce bir dünya kuruyorsun, içine bir adam koyuyorsun. Adama bir saksı veriyorsun birkaç da tohum ekmesini istiyorsun saksıya. Yapıyor bunu sebebini sormadan. Saksının içinde önce gövdedeki yeşilden başlayarak çiçeğine ulaşıncaya kadar gökkuşağının renkleri bitiveriyor. Koparmasını istiyorsun çiçeği saksıdan. Adam tereddüt etmeden söküyor çiçeği toprağından. Hadi diyorsun, boya dünyamı. Gökkuşağının renklerinden bir gökkuşağı, sonra mavisinden nehirler çiziyor adam içine balıklar koyuyor. Çimenleri çiziyor bazen orada uyutmak için seni. Gökkuşağına bir salıncak kuruyor seni oturtuyor üzerine sallamasını istiyorsun sallıyor. Nehri seyre dalıyorsun ilkin sonra yoruluyorsun. Adama uyut beni diyorsun kulağına şiirler fısıltıyor. Çimenlerin üzerinde uykuya dalıyorsun. Uyandığında susadığını hissediyorsun, adamdan seni nehre götürmesini istiyorsun. Orada kendi siluetini ve adamın renklerini görüyorsun. Adam beyaz, gözünde kahverengi tonları var. Sarılıyorsun adama, göğsünde kalbinin tonları var. Kendi renklerin kendi dünyanda. Ve adam da giderse kapkara bir sen kalacaksın buralarda. Sımsıkı sarıyorsun boynuna ve bir kez daha kulağına eğilip bir şeyler fısıldıyorsun. Sesin çıkmıyor. Ona gülümsüyorsun fakat mimiklerin yok. Adam pek seni sorgulayan bir tip değil zaten. Onun gördüğü bir karanlık sen, yalnızca bu kapkara kadınla bir ömür geçirmek istemiyor o da. Senin nehirlerinden başka diyarlara gidiyor adam. Ve geriye yalnız bir kapkaranlık sen, salıncak gökkuşağı ve balıklar.. Çiçeğin de çimenlerin üstünde, yalnız renklerinden biraz kaybetmiş mi dersin?


24 Haziran 2015 Çarşamba

YASTIK

  Konu seks değildi, seks umrumda değildi ki önemli olan sabahları birisiyle uyanmaktı, aynı yastığa baş koymaktı, önemli olan yastığın tekil ya da çoğul şahsa ait oluşuydu.
  Kötü adamlar geldiğinde onun orada olduğunu bilmek.. Mecazi anlamda tabi, kötü adamlar asla gelmez; biz her kötü rüyadan uyandığımızda etrafımızda bir kötü adam ararız.
  Rüzgar eserken karnının tok ve sevdiğinin yanında olması, nice hava akımına göğüs geren nefesi. Omzunda nefesinin sıcaklığını hissetmek. İşte hepsi bu, yani yastık..




6 Haziran 2015 Cumartesi

KIRIK YUMURTALAR

 Bu sahneyi seviyorum.
 Bazen alkışlar çınlatır muazzam akustiğe sahip salonun duvarlarını, bazen iki sokak ötedeki az biraz paspal uyuşuk ve sivridilli oyunun içinde bulur insan en güzel hicvi. Perdeler kadifeden kırmızı, perdeler koyu tülden kırmızı. Işıklar spot, bazen ışıklar yok. Perdeler kapalı bazen tek bir oyun sergilenmiyor o gün. Seyirci yok, alkış yok. Bağıra çağıra yerde buluğu kağıttaki tiradı okuyor süpürgeci elindeki her şeyi bırakıp. Ellerinin arasına bir kadının yüzünü alıyor okurken, sonra yerden süpürgeyi..
 Gecenin bir vakti ince topuklarının sesini en çok burada seviyor fahişe. Ve evindekilerin biraz kalını kırmızı perdeler sayesinde kendini ait hissediyor ilk defa bir yere. Kimsenin kitaplarda betimleyebileceği türden bir fahişe olmuyor o zaman. Fahişeler kitapların kirli sayfalarıdır, burada tam anlamıyla bir salon kadını halbuki. Bu salonda sadece topuklarının sesini duyabildi cansız bir tını olarak, ayakkabılarını bir köşeye attı, attığı çok şey vardı fahişenin; en canlı nidaları dahil..
 Elleri ceplerinde gezdi adam tüm gün sokakta, suareye yetişebilmek için bir çaba sarfetmedi, çünkü zaten ayakları her gece olduğu gibi evine, ondan öncesinde bir sokak aşağıdaki tiyatroya bırakıverirdi onu. Adamın sesi boğuk, adamın sesi tok. Adamın karnı aç. Ve yine doydu en az ihtiyacı olan kahkahalara. Bir saate kalmaz etkisi geçecek olan mutluluğa.
  Ve ben düştüm yine aynı yere, birdenbire. Ne ara oldu nasıl oldu ben de bilemedim. Bir elimde domates diğer elimde bir poşet yumurtayla oracıkta duruvermişim işte. Tüm olan biteni sabote etmek, emeği yuhalamak, insanlığa küfretmek için.
 Süpürgeci gördü beni az sonra, yüzümü ellerinin arasına aldı ardından bir tokat bastı, ne haddineydi bilmiyorum.
 İş adamı kılıklı, tıraş losyonu ve sigara kokusunun harmonisini katarak nefesime, çöktü başıma, o da bastı kahkahayı.
Platin sarısı kıvırcık saçlı kadın geldi sonra, itti adamı, attı başımdan bağırmaya başladı, ezdi geçti gövdemi ince topuklarıyla.
 Birgün daha böyle bitti gün. Yumurtalarım onlara ne oldu bilmiyorum. Yine de gecenin bir vakti, bu sahneyi seviyorum.